Büyüleyen TÜRKÇEYİ Yozlaştırma, Fakirleştirme Girişimleri

İsmail Hakkı CENGİZ – 05.10.2025

Türk demek Türkçe demektir. Onun için her Türk, dili üzerinde titremeli, titizlenmelidir. Anadilini kıskançlıkla korumalıdır.

Bugün Türkçemiz bilinçli veya bilinçsiz korkunç bir saldırı altındadır. Dil konusunda hiçbir duyarlılığı, derinliği hatta bilgisi olmayan ama bir şekilde ekranlarda, sayfalarda yer bulabilen, kimliksiz ve yetersizlerin kullandığı çirkin sokak ağzı hızla yaygınlaşmakta, Türkçemizi yozlaştırmaktadır.

Bu yozlaştıran, anadilimizi kemiren, sokak ağzına, Türkçeye bu feci saldırıya birkaç örnek verelim:

“Ki” ekinden başlayalım. Olumsuz veya soru cümlelerinin sonunda veya cümlenin ortasında bağlaç olarak kullanılan “ki” eki, yerli-yersiz karşımıza çıkıyor. “zaten yaptım ki”, “geldim ki” gibi olumlu cümle sonlarında, kulağımızı tırmalayacak şekilde kullanılabiliyor. Ekranda yer bulabilen biri, “eğer ki siz de benim gibi teknoloji özürlüyseniz…” şeklinde bir cümle kuruyor. Bu cümlede “ki”ye gerek var mı? “Eğer siz de benim gibi teknoloji özürlüyseniz” demek neyine yetmiyor. Böyle kullanmak çok daha güzel değil mi?

Başka yaygın ve yanlış kullanımlar;

Hele ki, meselâ, “hele ki temmuz sıcağında…” Doğrusu, “hele temmuz sıcağında…”

Elbette ki, meselâ, “elbette ki kazanacağız.” Doğrusu, “elbette kazanacağız.”

En feci yanlışlardan biri, “Maalesef ki” şeklindeki kullanım. Maalesef kelimesi, Türkçedeki “ne yazık ki” kavramının karşılığıdır. “Ki” ekini illa kullanacaksanız, “ne yazık ki” şeklinde kullanabilirsiniz ama “maalesef ki” olmaz. Sadece, “maalesef” olur.

En yaygın yanlış kullanımlardan biri, “tekrardan” şeklindeki, “tekrar” kelimesinin bozulmuş hali! Bu kullanım, “yaparaktan”, ederekten, “giderekten” gibi yanlış kullanımların aynısıdır. Daha Türkçe olarak, “yeniden” diyebilirsin ama “tekrardan” olmaz. Anlamı kuvvetlendirmek istiyorsan, “tekrar tekrar” diyebilirsin fakat “tekrardan” diyemezsin.

Son zamanlarda yoz bir kullanım daha ortaya çıktı: “Sonrasında”! Bir konuşmacı veya yazar bir şey anlatıyor; “şöyle oldu, böyle yaptık, ‘sonrasında’ şu oldu”. Peki, ben de soruyorum: “Sonra” kelimesine ne oldu? Yine soruyorum: “Ardından”, “arkasından” kelimelerimize ne oldu? Hayır, “sonrasında” yoz ve yanlış bir kullanımdır. “Sonra”, “ardından”, “arkasından”, “sonradan”, önceden” gibi, bir olay zincirini anlatacak pek çok kelimemiz var.

Diğer yanlış kullanımlara geçmeden bir soru sorayım: Biz yozlaşmanın bir parçası mı olacağız yoksa yozlaşmayla mücadele mi edeceğiz?

Yozlaşmaya dikkat çekmeye devam ediyorum: Diğer bir yanlış kullanım; “adına”! Sattıkları bir üründen şikâyetçi olduğum şirketin halkla ilişkiler görevlisi bana aynen şu iletiyi gönderdi: “Size cevap verebilmek adına telefon numaranızı yazar mısınız?” “Adına” ne yahu? “Adına”, temsilen demek. Hiç buraya uyar mı? “İçin” olacak. “Size cevap verebilmemiz için telefon numaranızı yazar mısınız?” “İçin” kelimesi gelmesi gereken yerlerden, “için” kelimesini atıp, kendilerince daha havalı gözüken “adına” terimini kullanıyor ama dilimizi de feci biçimde bozuyorlar.

Şimdi, kulağımı en çok tırmalayan iki yoz kullanıma geliyorum:

İlki, “süper”, “süppeeer”… Bu ne yahu?

“Çok iyi”, “çok güzel”, “üstün”, “olağanüstü…” İşte onun ifade etmek istediğini fazlasıyla karşılayan birçok Türkçe kelime…

Yetmedi mi? Peki; müthiş, harika, şahane, muhteşem, harikulade… Ben bunları söyleyince, kimileri, “bunlar da Arapça, Farsça, ne far var diyor”!

Fark şurada: Bunlar edebiyatımıza, müziğimize girmiş. Edebiyatımızın zirve yazarları, şairleri hatta annelerimiz bunları kullanmış, kullanıyor.

Biz ırkçı değiliz. Kültürümüze girmiş olan tren, otobüs, telefon, telgraf, televizyon gibi kelimelere bir itirazımız yok. Gerek doğudan gerek batıdan gelen, benimsediğimiz kelimeleri atalım demiyoruz. Ana dilimizi annelerimizin dilini kullanalım diyoruz.

Gelelim, yozlaşmanın en yoğun ve yaygın olduğu meseleye; “süreç” meselesine, süreç yangına… Süreç, her yere uyan bir maymuncuk… Bir moda kelime… Öyle bir moda ki modern olmak için sanki her cümleye girmeli!

Zaman içinde elbette yeni kavramlar, yeni kelimeler üretilebilir, üretilmeli, bunlardan biri de süreç olabilir. Fakat bu ürettiğiniz kelime yerli yerinde kullanılmalı! Unuttuğunuz, aklınıza gelmeyen her kelimenin yerine yapıştırılmamalı! Yüzlerce kelimemizi bir tek “süreç” kelimesiyle ifade edip dilimizi fakirleştirmemeli. Bu “moda” kelime, en başta kendisinin de türetildiği “SÜRE”yi yedi. En çok seyredilen kanallardan birinde sunucu şu cümleyi kurdu: “Haziran’dan Eylül’e kadar olan süreçte…” Hayır, süreçte değil yahu, SÜREDE!

Ayrıca bu süreç seli; dönem, devir, safha, devre, aşama, merhale, olay, hadise, vaka, dava, sorun, mesele, dönemez, müddet, mühlet, iş, işlem, işlev, hamle, adım, girişim, durum, hal, vaziyet gibi hemen aklıma gelen ve şimdi aklıma gelmeyen yüzlerce kelimeyi yuttu. Hepsini atıyorsunuz yerine, “süreç” i koyuyorsunuz. Süreç kullanılan yerlere bakın bu kelimelerden birinin yerine kullanılmış olduğunu fark edeceksiniz. Tam bir yozlaşma, feci bir fakirleşme. Süreç, kelime yiyen kelime…

Dilimizdeki yozlaşma bunlarla sınırlı değil. Diğer bazı yaygın yanlışları, öte yandan, Türkçenin büyüleyici güzelliğinden örnekleri aşağıdaki bağlantılarda görebilirsiniz.

Türkçe ürkütücü bir saldırı altında. Bunu durdurmak, yozlaşmayla mücadele etmek her Türk’ün birinci ve kaçınılmaz görevidir.

İSMAİL HAKKI CENGİZ

MAKEDONYA TÜRKLERİ TÜRKİYE İLE OLAN BAĞI ÖNEMİ VE KATKILARI

Türk toplumunun Makedonya sınırları içerisinde halen var olduğunu ve coğrafi olarak Batı ve Doğu Makedonya Türkleri olarak varlığını sürdürüyor. Batıda Manastır, Resne, Ohri, Struga, Kalkandelen, Gostivar, Kırçova, Üsküp, Doğuda Gevgeli, Valandova, Strumica, Radoviş, Ştip, Vinitsa, Koçana ve Kumanova’ya doğru sayılar çok çok azalsa da hala birçok Türk yerleşim yerine rastlamak mümkündür.

Doğu batı ayırımı daha çok Yugoslavya devletinin daha kolay yönetmek için stratejik bir hamlesi olduğu kanısındayım.

Makedonya’ya tarih boyunca çeşitli kavimler (Traklar, İllirler, Romalılar, Slavlar) yerleşmişler.Bu kavimlerden büyük bir kısmı bugünkü Türkiye’de yaşayanların atalarından oluşmaktadır,bu bağın oluşumu öncülüğünü Trakların yaptığı bilinen ve ispatı olan Balkanlara göç edip yerleşen ilk Türk kavmi olarak kabul edilmektedir.

Devamında IV. yüzyılda Hun Türklerinin orta Avrupa’ya ve doğal olarak da Balkanlara gelişiyle devam etmiş, Avarlar, Bulgarlar, Kıpçaklar, Kumanlar, Peçenekler, Gökoğuzlar de takip etmişler. Selçuklu döneminden sonra XIV. yüzyılın ikinci yarısından Balkan Savaşları’na kadar bölge Osmanlı Türk hâkimiyetinde kaldı.

Bazı henüz kanıtlanmamış idialara göre de hepsinden önce Etrüsklerin Makedonya’da yerleşim yeri kurmuş olması ihtimali ortaya atılmaktadır.Doğruluğuna çok giremesem de etimolojik olarak yola çıkarsak, Etrüsklerin baş tanriçası olan Ur – Asena ki konuşmada Resena-Rasena olarak söylenen ismi benim büyüdüğüm ve yaşadığım Resen şehrinin adıyla birebir tutması şehrin Etrüskler tarafından kurulma ihtimalini ortaya koyuyor.Bunu bazı kazılarda elde edilen bulgular desteklemektedir, gönül ister ki bu iddia doğru olsun.  

Tarihten kesitler:

Osmanlı Türk İmparatorluğu çok geniş bir dönemi kapsadığı için o zamandan bahsetmek uzun sürer ama kısaca iyisiyle ve kötüsüyle konuşursak dönemin tapu ve vergi kayıtlarındaki mükemmeliyet bizim kitap tutma ve organizasyon yeteneğimizi ortaya koyuyor ama diğer taraftan genel halkın eğitim ve medeniyet seviyesini geliştirememesi ayak uyduramaması dönemin eksikleri olarak belirtilebilir.ELİTLER NE KADAR MEDENİ VE EĞİTİLMİŞ OLURSA OLSUN HALK (TOPLUM) EĞİTİMDE VE MEDENİYETTE GERİ KALDIYSA O TOPLUMUN İLERLEMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR. 

Balkan savaşları öncesi İtihat ve Teraki hareketinin de merkezinin Makedonya olması oranın ileri gelenlerinin farklı görüşlü ve bir arayışta olduğunu ortaya koymaktadır. Burada etkileşimde olduğunuz toplumların da önemi ortaya çıkmaktadır.

Balkan savaşları sonrası Osmanlı Türk devletinin mağlubiyeti 1912–1940 yılları arasında Türklerin siyasal, sosyal ve kültürel anlamda örgütlenmesi, dil, eğitim, folklor vb. alanlarda bir araya gelebilmeleri neredeyse imkansızlaştırdı. Bu dönem yerel Türk halkının kıyıma uğraması, hayatta kalanların da birçoğunun göç etmesiyle sonuçlanmıştır.

Makedonya’daki ilk göç hareketi 1924’tedir. Mevcut yönetimin dil, milliyet, eğitim vb. hususlardaki olumsuzluklardan bezmiş olan Türklerin göçünü, 1934 yılında Balkan Paktı’nın kurulması bile engelleyememiş 1937 yılına kadar göç devam etmiştir. 

Zorlu sürecin biraz hafiflemesi  Üsküplü esnaf, sanatkâr, eşraf ve aydınlar tarafından 1939’da Üsküp’te Yardım Cemiyetinin kurulması fırsatını sağlamıştır. Ulusal kimliklerini koruma, kültürel değerlerini yaşatıp geliştirme, sosyal örgütlenme ve yardımlaşma amacıyla kurulan cemiyet oluşturduğu ‘Edebiyat Kolu’ ile Mustafa Karahasan’ın ‘Fikriye Abla’ isimli öyküsünün okunması gibi bazı edebi etkinliklerde de bulunmuş. Cemiyet 1941 yılında Bulgarların Üskübü ele geçirmeleriyle kapatılmış. Bu yasak sonrası zor dönemlerden geçen Türk toplumu 1942 yılında amacı demokratik çerçevede Türklerin haklarını korumak olan resmi olmayan Yücel teşkilatını kuruyor.

Tüm çabalara rağmen birinci dünya savaşı sonrası verilen göç ve kayıplara rağmen, ikinci dünya savaşı esnasında orada kalmak zorunda kalan Türk nüfusunun bir kısmının savaşa partizanların tarafına katılarak Türklerin o coğrafyada bir şekilde tutunmasını sağlamış.

Sular Türk toplumu açısında durgun görünse de devletler arası anlaşmalarla (Adnan Menderes hükumeti döneminde), Yücel teşkilatının da 4 yöneticisinin idam edilmesiyle, toplumsal dışlanma, imkansızlıklar ve farklı sebeplerle 1954-64 arasında Makedonya’daki Türk nüfusunun üçte ikisinden fazlası kitleler halinde göç etmesiyle sonuçlanmış bölgedeki Türk varlığı önemli ölçüde zayıflamıştır. Rakamlar 400.000 e yakın kişinin göç ettiğini göstermektedir.

Bu dönemde Zafer Cemiyeti Yardım Cemiyetinin devamı olarak 1946’da Zafer Gençlik Kültür ve Spor Kulübü adı altında resmi olarak faaliyette bulunmuş. Bu cemiyetin kurduğu ‘Edebiyat Kolu’, Nazım Hikmet’in ‘Sesini Kaybeden Şehir’ adlı eserinde yer alan ‘Kerem Gibi’ ve ‘Dört Kişi ve Dört Şişe’ isimli şiirlerini sahneye uyarladı. Maalesef dernek 1946 yılı sonunda belli belirsiz sebeplerle kapatıldı.

Bu dönemde verilen göçün vahametini göstermek amacıyla örnek vermek gerekirse 1953 sayımlarında Radoviş’te 10.247 olan Türk nüfusu, 1961 sayımlarında 2917’dir, böylelikle Türk nüfusunun dokuz yılda %357 azaldığı görülmektedir ki bu da coğrafyanın tamamına da yansımıştır.

YAKIN DÖNEM MAKEDONYADA TÜRK TEMSİLİ

Tüm bu göçlere rağmen geriye kalan Türk toplumu tüm olumsuzluklarla birlikte İkinci dünya savaşı sonrası Makedonyada hatırı sayılır olmasa da değerli türk yazarları ortaya çıkarmıştır. Edebiyat konularında kolaylık sağlayacağı için bir de farkındalık ve kültür seviyesinin yüksek olması sebebiyle yerel halk organize bir şekilde hareket etmiş 1950’de ‘Türk Yazarlar Cemiyeti’ni kurmuş, 1966’da ‘Yeni Yol’, 1976’da ‘Altın Parmaklar’ gibi dernekleri kurmuş temelleri 23 Aralık 1944 yılında atılan Birlik gazetesini kurarak kültürel var olma mücadelesini sürdürmüştür. Bu dernekler ve gazete edebiyat açısından toplumun gelişimini sağlamış milli kimliğin bir nebze olsun korunmasında yardımcı olmuştur. 

Emek veren herkesi saygıyla anmakla beraber, aralarından Necati Zekeriya’yı (1928-1988) Türk kültürünün gelişmesinde Türkiye Cumhuriyeti edebiyatı da dahil olmakla Türk edebiyatına yaptığı katkıdan dolayı, bir toplumun geleceği olan çocuklara yönelik Sevinç ve Tomurcuk gibi Türk çocuk dergilerini Makedonya’da yayımlamış olması sebebiyle özel olarak anmak isterim. Bir de Nusret Dişo Ülküyü (1936-2022) Makedonya’da Türk eğitimine ve edebiyatına yaptığı büyük katkılardan dolayı anmak gerektiği düşüncesindeyim.

Makedonya’da Türkler sadece edebiyatta değil o dönemin görsel medyası olan televizyonda da varlığını , Üsküp Radyo ve Televizyon kurumu dahilinde 16 Nisan 1969’da yayın hayatına başlayan Türkçe Programında da sürdürmüştür.

Tüm emektar televizyon ve radyocular arasında Abdurahman Yaşar’a ayrı bir parantez gerek, çünkü yerel Türk halkının kültür ve mirasını belgeseleştirip ölümsüzleştirmiş, sonsuz olarak Makedonya’daki Türk varlığını görsel olarak tarih sayfalarında sabitlemiştir.

SİVİL TOPLUM VE KÜLTÜR DERNEKLERİ

Sivil toplum ve kültür dernekleri de toplumsal ve kültürel var oluşun son halkasını oluşturuyordur. Bu anlamda kurulan ve faaliyet gösteren dernekler kurulmuştur. Bunlar sırasıyla Gostivar’da ‘Şevkat Derneği, 1950’de kurulmuş ‘Türk Yazarlar Cemiyeti’ni, 1966’da kurulmuş, ‘Yeni Yol Kültür-Güzel Sanatlar Derneği Üsküpte kurulmuş, 1961 (veya 1968) yılında Resne’de ‘Kardeşlik Kültür Güzel Sanatlar Derneği, Gostivar’da 1971’de ‘Güven Derneği’ni 1976’da ‘Altın Parmaklar Derneği’ni, 1977’de ‘Mermeri Futbol Kulübü’nü, 1984’te ‘İzvari Futbol Kulübü’nü kurdular.

Makedonyadaki Türk Tiyatrosu da kuruluşundan bu yana Türk toplumunun kültürel temsilini yapmakta devam etmektedir.

Çalıklı köyünde her yıl gerçekleşen “Uluslararası Hıdırellez Bahar Şenlikleri” devam eden güzel bir organizasyondur.

Günümüzde Gostivarda Türk Gençlik Kulubü altında etkinlikler devam etmektedir, Üsküpte Yeniyol, Resnede Kardeşlik Kültür ve Güzel Sanatlar Dernekleri olarak etkinliklerine devam etmektedir. Farklı STK çatıları altında da faaliyetler devam etmesiyle beraber gün geçtikçe maalesef tespit etmek zorundayım ki genel nüfus olarak Türk nüfusu da azalmaktadır.

Bir milletin bir devletin var oluşu ekonomik şartlar dışında kültürel faaliyetlere de bağlıdır. Edebiyat kültür sanat dernekleri STK bir milletin varoluşunu güçlü şekilde desteklemektedir. Ama asıl esans her zaman için bir milletin milli şuuru ve manevi değerleridir. Bahsettiğim dernek ve topluluklarda yer alan kişilerin milli şuğur ve manevi değerleri yüksek olmasaymış bugün Makedonya’da Türk toplumu ve kültüründen bahsetme şansımız olmayacaktı.

Balkanların ve Makedonya’nın dünyaya verdiği en büyük değerin ekonomik toplumsal olarak neredeyse hiçbir imkanı olmayan ama yüksek manevi değerleri güçlü milli şuğuru yok oluşu var oluşa dönüştürmesini sağlamış, bizim gururumuz Mustafa Kemal Atatürk. Ufkunuz maneviyatınız ne kadar geniş ise geleceğiniz de o kadar geniş ve başarılı olacaktır.

Halkın ve gençlerin maneviyatını gelişmesi herkesin amacı olması gerektiği fikrindeyim. Bu güzel Kitap Fuarını organize eden Bornova Belediyesi başkanı ve çalışanlarına sonsuz teşşekürlerimi sunar herkesi saygıyla selamlıyorum.

BALYAZDER GENEL SEKRETERİ BAYRAM ALUŞ

Scroll to Top